22 Aralık 2007 Cumartesi

Lösemi (söylenişi Fransızca'dan, aslında Yunanca'dan λευχαιμία, λευκό, lefkó - beyaz, ak ve αίμα, ema - kan), kan hücrelerinin özellikle de lökositlerin normalin üzerinde çoğalması ile kendini gösteren bir kanser türüdür. Yüksek sayıdaki olgunlaşmamış ve malign hücrelerin normal ilik hücrelerinin yerini alması ile iliklerde hasar meydana gelir. Böylece kan pıhtılaşmasında rol oynayan plateletler ve savunmada rol oynayan lökositlerin sayısı azalmaya başlar. Bu da lösemi hastalarında zedelenmelerin ve kanamaların yoğun görülmesine, hastaların kolay enfeksiyon kapmasına neden olur. Savunma mekanizması zayıflar. İleri aşamalarda kırmızı kan hücresi eksikliği anemiye, nefes darlığına neden olabilir. Bunun dışında zayıflık ve yorgunluk, ateş, bazı nörolojik semptomlar, dişetlerinde şişkinlik ve kanamalar gibi belirtileri de vardır.

Kan kanserinin hücre tipine göre (myeloit, lenfoit gibi) ve hastalığın süresine göre (müzmin ve had) çeşitleri vardır. Bazı tipler daha hızlı ve kötü bir gidiş gösterir. Çocukluk çağında lösemi tipleri diğer kanser tiplerine göre daha sık görülmektedir.

Kesin nedenleri bilinmemekle birlikte hem genetik hem de çevresel faktörlerin önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Somatik hücrelerdeki DNA'larda meydana gelen mutasyonlar onkogenlerin aktive olması ya da tümör baskılayıcı genlerin inaktive olmasına neden olur. Böylece hücre ölümünün ve bölünmesinin regülasyonu hasara uğrar. Bu hasara genetik sebeplerin dışında, petrokimyasalların, radyasyonun, kanserojen maddelerin ve bazı virüslerin (örn. HIV) neden olduğu düşünülmektedir.

Lösemiler, vücuttaki kan üretim sistemini (lenfatik sistem ve kemik iliği) etkileyen kanserlerdir. Lösemiler akut veya kronik olarak (mikroskoptaki görünüşlerine göre alt gruplara ayrılırlar) ve tümörün yayılım ve gelişim özelliklerine göre sınıflandırılırlar. Genel olarak, akut lösemiler çocuklarda ortaya çıkarken, kronik lösemiler daha çok yetişkinlerde görülme eğilimindedirler.

20 Haziran 2007 Çarşamba

KANSER NASIL OLUŞUR ve NASIL ZARAR VEREBİLİR?

Her dört insandan birisinde, şekil ve yapı değiştirmeye hazır gen hücresi de mevcuttur. Ancak, yukarıda belirtilen, sigara, radyasyon vs. gibi tetikleyici faktörlerden birisinin etkisi ile bu uyuyan gen bölünerek çoğalmaya başlamaktadır. Bu bölünen,yani tıbbi dille "Mitoz" yapan hücreler artık normal değil, birer kanser hücresidirler. Bulunduğu organa ve tetikleyici etken maddenin cinsine göre şekil, canlılık ve yayılma gösteren bu kontrol dışı hücreler, belli bir zaman sonunda bir organda birleşmeye başlayarak büyüyüp "Tümör" dediğimiz yabancı hücre topluluklarını oluştururlar. İnsan vücudunun koruyucu askerleri olan kandaki lenfositler, yani vücudun askerleri, polisleri olan hücreler, metabolizmanın kontrolünden çıkmış olmasına karşın hala normal bir hücrenin temel yapısını taşıyan bu kanser hücrelerine, bir mikroba saldırdıkları ve yok ettikleri gibi saldırarak yok etmemekte veya kontrol altına almamaktadırlar. Yanından geçip gittiği halde, kanser hücrelerini de dost hücre sanmaktadırlar. Kanserin tedavisini zorlaştıran ana neden de işte budur. Asıl koruma ve saldırıyı yapacak olan vücudun kendisi, bu düşmanı dost sanarak dokunmamaktadır. İşte bu serbestlik ve rahatlık içinde gelişip çoğalarak yeni tümörler oluşturan kontrol dışı kanser hücreleri, hem tümörleştiği organı harap ve çalışmaz hale getirmekte, hem de kan ve lenfler yolu ile daha uzaklara giderek başka organlara ulaşıp yerleşmektedirler. Hayatın devamı için gerekli olan önemli organlar, kanser tümörlerinin etkisi ile çalışamaz hale geldiğinde ise ölüm meydana gelmektedir. Daha açık bir örnekleme yaparsak, kanser olayı, ülkede baş gösteren ve aslında bu ülkenin vatandaşı olan bir kısım isyancı, bölücü ve devlete zararlı eşkiya grubunun terör başlatıp çoğalarak bazı bölgelerde odaklanıp tehlike arz etmeye başlamasıdır. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin başındaki PKK terörü belası gibi bir gelişmedir kanser olayı. Ülkenin kendi vatandaşı olan ama teröristleşen hücreler topluluğu gibi... Kanser hücresi de normal ve sağlıklı vücut hücresi iken, vücudun bazı olumsuz faktörlerle güçsüz duruma düşmesi ile birlikte bir kısım azınlık olan ve genetiğinde kanser taşıyan hücreler vücudun zayıflığından istifade ederek önce gizlice, sonra tahribatlara başlayarak kendisini gösterip vücudu işgal edecek şekilde saldırılara başlıyorlar. Belli yerlerde karakollar oluşturarak karargah kurup tümörleşiyorlar. Vücut içinden kopmuş birer hücre oldukları için tüm vücutça saldırılıp yok edilemiyorlar. İlaç olarak kemoterapi gibi atılan bombalar ise, düşman kadar kendi askerimize de zarar veriyor. Bu savaşta iki taraf da zarar görüyor ama tedavi ve savaş, ancak durdurmaya yönelik bir mücadele aşamasında kalıyor. Yani, harici silahlarla bu savaş tamamen ve hücre bazında temizlik yapılarak kazanılamıyor. Ancak tüm ülke olarak, yani vücudun bağışıklık, ümmin sistemini tümü ile ele alarak güçlü bir şekilde ve en etkin silahlarla seferberlik ilan ederek bu düşmandan kurtulmak, tek kanser hücresi kalmayacak şekilde temizlemek gerekmektedir. Bunu da milli beraberlikle ülkenin tümü, yani ancak vücudun kendisi yapabilir. Yeter ki uyarıp, düşmanı tanıtıp, hareki başlatılsın. Güveloğlu'nun bitki özleri terkiplerinin de yaptığı budur.
İşte Güveloğlu bu mantıkla hareket ederek reçetelerini geliştirmiş ve aşağıdaki yöntemle bu insanların kanserden kurtulmalarının medikal tedavilerinde bu teorisi ve bitkisel ilaçları ile kanser tedavisinde %50 gibi dünyanın en yüksek başarı oranına ulaşmıştır. Bunun ispatı, iyileşen insanlar ve alınan sonuçlardır. Bilim adamlarına açıktır.

KANSERİN AŞISI VEYA HİÇ BİR ZAMAN TEK BİR İLACI OLAMAZ...

Güveloğlu'na göre, kanserin hiç bir zaman tek bir ilacı bulunamaz. Kanser hücrelerini bir madde ile ilaç gibi vererek (Örneğin kemoterapi) öldürmek demek insanı da öldürmek demektir. Ancak mantıklı ve uygun yöntemlerle ve çok yönlü ilaçlarla kontrol altına alınarak gelişimi durdurulabilir. Serbest hücrelerin, vücudun genetik olarak uyarılması ile özel üreteceği lenfositleri tarafından imha edilerek temizlenmesi sağlanabilir. Nitekim, Güveloğlu'nun yaptığı tedavilerde zaten bunu sağlayarak başarıya ulaşmaktadır. Zira kanser bir gen bozulması hastalığıdır. Vücudun kendisinin bozulan ve kontrolden çıkan bir parçasıdır. Yaratılıştan gelen bu bozukluğun, kötü yaşam koşullarının veya yukarıda belirtilen, sigara, hormon, radyasyon, stres vs. gibi tetikleyici etkileri ile açığa çıkması sonucu oluşur. Bu nedenle bu tür hastalıklara tek bir ilaç bulma çalışmaları, eşyanın tabiatına aykırıdır ve imkansızdır. Bu olay, tıpkı anne-babası yakın akraba olan bir çocuğun özürlü sakat doğması gibi bir gen zinciri bozukluğu olayıdır. Bu çocuğu tedavi etmek demek, onu yeni baştan yaratmak demektir. Bu mümkün olmadığı gibi, ortaya çıkmış bir kanser hücresini harici zehir ve etkenlerle kurutmak da o derece imkansızdır ve elbette mümkün değildir. Pek çok bilim adamı bu gerçeği bilmekte ve kanser araştırma kurumlarının, bu gerçeği göz ardı ederek yaptıkları yanlış ve sonu olmayan, sonuç da vermeyen çalışmalarını gereksiz ve boş bulmaktadırlar.

İşte bu bilim adamlarından birisinin görüşü:

Milli Kanser İstişare Komisyonu'nda uzun süre çalışan ve DNA'nın çift helix yapısını keşfedenlerden biri olan, yine Nobel ödüllü Dr.James WATSON ; "Bu kanser savaşı hikayesi bir öbek pislikten başka bir şey değildir." diyor.

Her dört insandan birisinde kanser geni bulunmaktadır. Ancak bu geni taşıyan her insan mutlaka kanser hastası olacak demek değildir. Olumsuz şartlar oluştuğunda bu uyuyan hücre uyanarak sorun olmaktadır. Bu kontrol dışı büyüyen ve yayılan hücreleri,vücudun genel durumunu bozmadan, yine vücudun kendisini uyararak savunma sistemini harekete geçiren ve bu kontrol dışı hücrelerin, metabozimanın savunucusu olan lenfositler tarafından yok edilerek büyük oranda kurtulmak mümkün olmaktadır. Burada uygulanan maddelerin en uygun ve başarılı olanları ise bazı bitkilerin bileşimlerinde bulunmaktadır. onlarca yıllık çalışmalar bunu göstermiştir.

"Gen" ile başlayan ve tetikleyici faktörlerin özelliklerine göre çeşitli özellikler ve değişiklikler arz eden kanser hücrelerinin oluşturduğu hastalıklar için mutlaka bir ilaç değil "İmmünolojik tedavi sistemi" gerekmektedir.Yani vücudun kendisinin bu sorunu çözmesi gereklidir ve bunun için de için gerekli uyarıyı yapmak gerekmektedir.İşte şimdiki bu yanlış yoldaki tedavilerin sonucunda klasik kanser tedavileri kısa sürede ölümle bitmektedir. Güveloğlu'nun ortaya çıkardığı bitki özleri tedavi sistemi ise bu çok yönlü hastalığı yine çok yönlü kontrol altına alarak kanserle bozulan metabolizmanın terazi dengesini yerine getirip hastaların büyük çoğunluğunun ölümden uzaklaşmalarını sağlamaktadır.

Şu anda uygulanan tıbbi onkolojik tedavilerle kanserden kurtulmak asla mümkün değildir.Öyle olsa idi bu sorundan değerli,güç yetişen kıymetli bilim adamlarımız olan doktorlarımız ölmezlerdi.Ama maalesef şimdiki tıpta tedavi değil,kanserde sadece tanı vardır.Kanserin tedavilerinin sonu boştur. İşte bir değerli doktorun hazin kanser öyküsü ve ölümü: Tıklayınız...

BİTKİ ÖZLERİ NASIL ETKİ YAPIYOR?

Metabolizmayı bir terazi sayarsak, ve kefenin bir yanına kanseri,diğer yanına vücudu koyarsak, kanserin ortaya çıkması ile bu terazideki denge bozuluyor ve kanser tarafı ağır basıyor. Öncelikle bunu dengeye getirmek gerekiyor.

Bitki özlerinin ortak özellikleri şudur: Bitki özleri,çeşitli yapıcı ve ümmin sistemi uyarıcı özellikleri yanında, hücre metabolizmasını güçlendirerek hasta hücrelerin bozulan çeşitli fizyolojik görevlerini düzeltmektedirler. Kokteyller içerisindeki bazı eterik maddeler, kanser tümörlerinin olduğu bölgeye hemoglobinler kanalı ile çok bol oksijen taşımakta ve tümör bölgesindeki savaşıcı cevherlerin enerjisini yükseltmektedir. Bazı bitki özleri de bağışıklık sistemini ayağa kaldırarak düşmanın varlığını tanıtmakta ve bu düşmana göre yeni makrofajlar üretimini sağlamaktadırlar.

Örneğin; Soğuğa bırakılan bir hücre yaşamak için mücadele eder. Hücre içindeki zayıflamış hayatiyeti kamçılayan ve onaran da işte bu bitki özleridir. İnsan hücresi, organik olmayan hiç bir maddeyi elbette olarak kabul etmez. Belki belli bir süre bu yabancı maddelere dayanır ama sonunda iflas eder. Nasıl ki, metabolizmamız doğal olmayan hiç bir madde ile doyup, beslenip, yaşayamıyorsa, ilaç olarak da kimyasal ve sentetik maddeleri de asla kabul etmez, zarar görür. Durum budur... Kemoterapik ilaçlar da bu nedenle kısa süre sonra metabolizma tarafından reddediliyor. Bitki özleri ve doğal vitaminler ise kendisi gibi bir hücre yapısına sahip olan bitkinin hücrelerinden insan hücrelerine bir nakildir. Adeta bir can nakli, hayat naklidir.

Her hastalık için hangi bitki özlerinin gerekliliği ise çeşitli bilim adamları tarafından onlarca yıldır araştırılmıştır. Güveloğlu da kendi gözlemlerini de ortaya dökerek bu günkü bitki özleri kokteyllerini ve dozlarını oluşturmuştur. Bu uygulamanın olumlu sonucu ve 20 yılda iyileştirdiği yüzlerce canlı örnekleri ortadadır.

Güveloğlu bilgisini ve formüllerini saklamamaktadır. Bilim ve buluşlar insanlık adınadır. Tüm dünyadaki kanser araştırma ve tedavi kurumlarınca bu tedavi sistemi incelenip uygulanmalıdır. İnsanlar zamanından önce ölmemelidir. Ticari zihniyet ikinci plana itilerek bu girişim ve buluşlar desteklenip insanlık adına evrenselleştirilmelidir. Bu bir insanlık görevidir. Bilim, kanser gibi öldürücü hastalıkların tedavisinde başarısız olduğunu kabul ederek, bu şekilde ispatlanmış sistemlerin doğruluğunu kabul ederek insanlığın hizmetine sunmalıdır, geliştirmelidir
 
eXTReMe Tracker